Alarmın sesine uyandı. Yavaşça doğruldu ve yatağın kenarına oturdu. Saat dokuz olmuştu. Uykusunu alamamıştı, hala uyumak istiyordu. Garip bir hüzün vardı içinde. Adını koyamadığı tarifsiz duygular içindeydi. Kalktı, kalın perdeyi çekti, pencereyi açtı; hava çok güzeldi. Bir süre bahçeyi seyretti. Güneşin yüzünü ısıtması hoşuna gitmişti. Mis gibi bahar havasını içine çekti. Bütün bunlara rağmen kendini mutsuz hissediyordu. "Zaman ne kadar da hızlı ilerledi" diye düşündü. Sanki habersizce geçmişti yıllar. "Ne de çabuk elli yaşıma geldim. Yaşlandım artık" dedi kendi kendine. İçindeki hüzün ve mutsuzluk artmıştı. Birden, "ben gerçekten elli yaşında mıyım?" dedi. Bir an düşündü ve hayır elli değildi. Sevindi elli olmadığına "harika daha kırkbir yaşındayım" dedi. Halbuki o an sorsalar elli diyecek kadar emindi yaşından. Çünkü elli yaşında hissediyordu kendini ve beyni sürekli elli yaşında olduğunu söylüyordu.
Bugün işe gitmeyecek ve evde çalışacaktı. "Önce güzel bir kahvaltı yaparsam iyi gelir" diye düşündü. Çay suyunu koydu kahvaltılıkları çıkardı. Üstünü değiştirip yatağını topladı. Çayı demledi, ekmek kızarttı. Güzel bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı kendine. Kahvaltı ederken düşüncelere daldı; çocukluğunu ve anılarını hatırlamaya çalıştı. Sanki kafasının içi boşalmış gibiydi hiçbir şey hatırlamıyordu. Ekmeğine bal sürdü. Çayından bir yudum aldı. Kahvaltı en sevdiği öğündü. "Daha sık kahvaltı etmeliyim" dedi. Şimdi kendini biraz daha iyi hissediyordu. Sadece ruhu yorgundu.
Aslında güçlü durmaya çalışmaktan, mutsuz olduğu halde çevresindekilere mutlu görünmekten yorulmuştu. Artık itiraf ediyordu insanların sandığı kadar güçlü değildi, ayrıca yorgun ve mutsuzdu. Yalnızdı; bu itirafı duyacak kimse yoktu yanında. Ruhunda sert fırtınalar kopuyordu. Kafasında cevapsız onlarca soru vardı. Keşkeleri ve pişmanlıkları canını acıtıyordu. Hayat mı yormuştu onu yoksa insanlar mı bilemiyordu. Belki de kendisi izin vermişti yormalarına. Herkesi bu kadar ciddiye almasaydı; daha az yorgun ve daha çok mutlu olabilirdi şimdi. Belki oluruna bıraksaydı her şeyi daha az pişmanlıkları olacaktı. "Hayata bu kadar müdahale etmek, insanlardan çok şey beklemek yanlışmış" diye düşündü.
Biliyordu; hiçbir şey için geç değildi. Baştan başlıyabilirdi her şeye. İsterse hayatında değişiklik yapabilirdi. Ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Artık güçlü hissetmiyordu kendini. Başarabileceğine inanmıyordu.
"Galiba haksızlığın en büyüğünü kendime ben yapıyorum. İlk önce geçmişi sorgulamayı bırakmalıyım. Sonra da kendimi bu kadar acımasızca eleştirmeyi. Yeniden hayal kurmalıyım ve umut etmeliyim. Belki bir mucize olur ve bu sefer başarırım" dedi.
Her zaman mutfakta masanın üzerinde duran radyosunu açtı, güzel bir müzik kanalı ayarladı. Çok sevdiği bir şarkı çalıyordu, radyonun sesini biraz daha yükseltti. Ayağa kalktı, camın önüne gitti. Şarkıya eşlik ederken ne yapmak istediğine karar vermişti bile. Artık mutlu olmak istiyordu.
Sevgilerimle,
Funda Dikmen
3 yorum:
Blogumda mimlendin ! :D
Kolay gelsiin ^^
http://rosesworldanddreams.blogspot.com/2013/02/ilk-mimim-liebster-blog-award.html
canım yine çok güzel bir yazı yazmışsın Allah yolunu açık etsin
Süper'sin !!!! (Y)
Yorum Gönder