hayata dair her şey..

hayata dair her şey..


1 Aralık 2012 Cumartesi

Duygusal Hikayeler...








DENİZYILDIZI

Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden
bir yazar , sabaha karşı kumsalda dans eder
gibi hareketler yapan birini görür.
Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile
vuran denizyıldızlarını , okyanusa atan genç bir
adam olduğunu fark eder.
Genç adama yaklaşır :
- Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?
Genç adam yanıtlar ;
- Birazdan güneş yükselip , sular çekilecek.
Onları suya atmazsam ölecekler.
Yazar sorar ;
- Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.
Ne fark eder ki?
Genç adam eğilir , yerden bir denizyıldızı
daha alır , okyanusa fırlatır.
- Onun için fark etti ama...
 
 
Alıntıdır..
 
Sevgilerimle










 

30 Kasım 2012 Cuma

Duygusal Hikayeler...

 
 
 
 
KALP TESTİ
 
    Okulun ilk gününde 5 nci sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak, bu imkansız idi, çünkü ön sırada, oturduğu yerde bir yana kaykılmış, ismi Teddy Stoddard olan küçük bir oğlan vardı. Bayan Thompson bir yıl önce Teddy'yi izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak, Teddy tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki,
bayan Thompson onun kağıtlarını büyük kırmızı bir kalemle işaretlemekten , kalın çarpılar (X) yapmaktan ve kağıdının üstüne büyük "F" (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu.
    Bayan Thompson'un okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Teddy'nin kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı. Teddy'nin birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı, "Teddy gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli." İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı, "Teddy mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evdeki yaşamı mücadele içinde geçiyor." Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı, "Teddy'nin annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Teddy elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evdeki yaşamı yakında onu etkileyecek." Teddy'nin dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı, "Teddy içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor."
    Şimdiye kadar, Bayan Thompson problemi kavradı ve kendinden utandı. Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kağıtlarla sarılmış Noel hediyeleri getirdiğinde bile çok kötü hissetti, Teddy'nin ki hariç. Teddy'nin hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kağıdı ile beceriksizce sarılmıştı, Bayan Thompson onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Thompson paketten taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesi çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesini engelledi, bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Teddy Stoddard o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı, "Bayan Thompson, bugün aynı annem gibi kokuyordunuz".
    Çocuklar gittikten sonra, bayan Thompson en az bir saat ağladı. O günden sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları eğitmeye başladı. Bayan Thompson Teddy'e özel dikkat gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar, Teddy sınıftaki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiği yalanına rağmen, Teddy onun gözdelerinden biri idi.
    Bir sene sonra, Bayan Thompson kapısının altında Teddy'den bir not buldu, ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu. Altı yıl sonra Teddy'den bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı. Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Thompson'un tüm yaşamındaki en iyi ve ne favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama şimdi ismi biraz daha uzundu.Mektup söyle imzalanmıştı, Theodore F. Stoddard, MD. (tıp doktoru).
    Öykü burada bitmiyor. Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var. Teddy bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve evlenme töreninde Bayan Thompson'un damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Şüphesiz Bayan Thompson bunu kabul etti. Ve tahmin edin ne oldu ? Taşları düşmüş olan o bileziği taktı. Dahası, Teddy'nin annesinin süründüğü parfümden sürdü. Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Stoddard, Bayan Thompson'un kulağına şöyle fısıldadı,
"Bana inandığınız için teşekkür ederim Bayan Thompson. Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim"
Bayan Thompson, gözlerinde yaşlarla fısıldadı, şöyle dedi,
"Teddy, yanlış şeylere sahiptin. Bir fark meydana getirebileceğimi bana öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum". (Bilmeyenler için, Teddy Stoddard, Des Moines'teki Stoddard Kanser Binası olan Iowa Methodist'te doktordur.)
Bugün birinin yüreğini ısıtın .. Bunu iletin. Bugün birinin hayatında bir fark oluşturmaya çalışın, sadece "onu yapın"
 
 
Alıntıdır..
 
Sevgilerimle
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

29 Kasım 2012 Perşembe

Duygusal Hikayeler...

 
 
 
 
GEÇ KALMAYIN
 
    Daha henüz 18 yaşındaydı ama hayatının sonundaydı. Tedavisi mümkün olmayan ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Kahır içinde eve kapatmıştı kendini. Sokağa çıkmıyordu. Annesi, bir de kendisi. O kadardı bütün hayatı...
    Bir gün fena halde sıkıldı, dayanamadı, attı kendini sokağa. Bir yığın vitrin önünden geçti, tam bir CD satan dükkânı da geride bırakmıştı ki, bir an durdu, geri döndü, kapıdan içeri, gözüne hayal meyal takılan genç kıza bir daha baktı. Kendi yaşlarında harika bir genç kızdı tezgahtar...
    Hani, ilk bakışta aşk derler ya, öyle takılıp kalmıştı işte. İçeri girdi. Kız, gülümseyerek koştu ona; "Size nasıl yardım edebilirim?" diye. Nasıl bir gülümsemeydi o... Hemen oracıkta sarılıp öpmek istedi kızı... Kekeledi, geveledi, sonra "Evet!" diyebildi. Rastgele birini işaret ederek; "Evet, şu CD'yi bana sarar mısınız?" dedi. Kız CD'yi aldı, içeri gitti, az sonra paketle geri geldi. Genç kızdan aldı paketi, çıktı dükkandan, evine döndü. Paketi açmadan dolabına attı...
    Ertesi sabah gene gitti aynı dükkâna. Gene bir CD gösterdi kıza, sardırdı, aldı eve getirdi, attı paketi dolaba gene açmadan... Günler hep alınıp, sardırılan CD'lerle geçti. Kıza açılmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Annesine açıldı sonunda... Annesi; "Git konuş oğlum, ne var bunda?" dedi.
    Ertesi sabah, bütün cesaretini topladı, erkenden dükkâna gitti , bir CD seçti. Kız gülerek aldı CD'yi, arkaya gitti paketlemeye. Kız içerdeyken bir kâğıda "Sizinle bir gece çıkabilir miyiz?" diye yazdı, altına telefon numarasını ekledi, notu kasanın yanına koydu gizlice. Sonra, paketini alıp kaçtı gene dükkândan.
    İki gün sonra evin telefonu çaldı. Anne açtı telefonu. Dükkândaki tezgahtar kızdı arayan. Delikanlıyı istedi, notunu yeni bulmuştu da... Anne ağlıyordu... "Duymadınız mı?" dedi. "Dün kaybettik oğlumu."
    Cenazeden birkaç gün sonra anne, oğlunun odasına girebildi sonunda. Ortalığa çeki düzen vermeliydi. Dolabı açtı, oraya atılmış bir yığın açılmamış paket gördü. Paketleri aldı, oğlunun yatağına oturdu ve bir tanesini açtı. İçinde bir CD vardı, bir de minik not...
"Merhaba, sizi öyle tatlı buldum ki, daha yakından tanımak istiyorum. Bir akşam birlikte çıkalım mı? Sevgiler... Jacelyn "
Anne, bir paketi daha açtı, onda da bir CD ve bir not vardı:
"Siz gerçekten çok tatlı birisiniz, hadi beni bu gece davet edin, artık. Sevgiler...Jacelyn "
 
 
Alıntıdır..
 
Sevgilerimle
 
 
 
 
 
 
 
 
 

28 Kasım 2012 Çarşamba







      Herkese Merhaba,

      Bugün blog dergim yine dopdolu. Her zaman olduğu gibi ön sayfada "Duygusal Hikayeler" imiz var. İçimizi ısıtan,bazen bizi hüzünlendiren  hayatın içinden hikayelerimizi sevdiğinizi umuyorum..
      "Çeyiz Sandığı" köşesinde birbirinden güzel örneklerimiz var. Yeteneğini göstermek isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat..
      "Damak Tadı" köşesinde hepsi çok lezzetli tarifler sizleri bekliyor. Hünerlerinizi göstermenin tam zamanı..
      "Şair Vedat Dündar" ın köşesinde şairimizin yine çok güzel bir şiiri sizi karşılayacak..
      Ayrıca "Şiir Köşesi"nde şairlerimizin sevilen şiirlerini bulabilirsiniz..
      "Bakış Açısı" köşesinde benim çektiğim çeşitli fotoğraflar var. İlginizi çekeceğini umuyorum..
      "Sizden Gelenler" köşesinde çok ilginç bir fotoğraf var bugün. Sosyal medyada olay yaratan fotoğraf ...
Liam adlı kullanıcı mutfağındaki lavabonun fotoğrafını çekti. O sırada...

Devamını bu köşede bulabilirsiniz. Kaçırmayın..
      "Eğlence" köşesindeki karikatürler ve fıkralar ; size günün stresini unutturcak türden.
      "Haberler" de her gün gündemi takip edebilirsiniz..
      Film, tiyatro, kitap ve etkinlik tanıtımlarımız her zaman devam ediyor..     
      "Pazar Dokunuşu" ve "Nostalji Rüzgarı" köşelerimiz her hafta sizleri kucaklamaya devam ediyor..
      Ayrıca Blog dergimi Facebook ve Twitter da takip edebilirsiniz. Ön sayfada bu adreslerimiz mevcuttur. Tıklayıp beğenebilirsiniz..

Sizlere keyifli dakikalar diliyorum..

 Sevgilerimle,
Funda Dikmen

 



 

Duygusal Hkayeler...

 
 
 
 
ÖN YARGI...
 
    Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektörün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?
    Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı.. Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu..Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı. Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı.
"Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu..Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi. Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.
    Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam"dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner...
"Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil... Belki, Harvard'a bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan fazlasına çıktı..." Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi..
Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?" Rektörün yüzü karmakarışıktı..
    Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya, Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular. Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u........
    Ayağınıza kadar gelip , sizinle görüşmek isteyen insanlara yaklaşmadan önce bir kez daha düşünmeniz dileğiyle...
 
 
Alıntıdır..
 
Sevgilerimle
 
 
 
 
 
 
 

27 Kasım 2012 Salı

Duygusal Hikayeler...





SEVİYORUM DEMEK İÇİN GEÇ KALMAYIN

"Seni seviyorum" diyebilmek...

    15 yıl kadar önceydi. Tommy'yi ilk o gün görmüştüm. 'İnancın Tarihi' dersimin öğrencilerinden biriydi. Uzun saçlı, değişik bir gençti. Sınıfta benimle en çok tartışan öğrenci oldu. Tanrı'ya kayıtsız şartsız inanmayı kabullenmiyordu. Mezun olurken bana, imalı imalı "Günün birinde Tanrı'yı bulacağıma inanıyor musun, hocam?" dedi...
"Hayır" dedim, yumuşakça.
"Yaa..." dedi. "Oysa senin bu derste Tanrı'yı pazarladığını sanıyordum hocam..."
Kapıdan çıkıp gitmek üzereyken arkasından bağırdım:
"Tanrı'yı bulabileceğini düşünmüyorum. Ama o seni mutlak bulacak, bir gün, eminim."

    Tommy omzunu silkip yürüdü. Mezuniyetten sonra izini kaybetmiştim ki, acı haberi kendisi getirdi bana. Ölümcül kansere yakalanmıştı. Odama girdiğinde zayıflamış, çökmüştü. Kemoterapi, o uzun saçlarını dökmüştü. Ama gözleri hâlâ pırıl pırıldı.
"Birkaç haftalık ömrüm kalmış hocam" dedi.
"Sana bir şey sorabilir miyim?" dedim.
"Tabii," dedi... "Ne öğrenmek istiyorsun?"
"Sadece 24 yaşında olmak ve ölmekte olduğunu bilmek nasıl bir şey?"
"Daha kötüsü olabilirdi. 50 yaşında olmak, kafayı çekmek, kadınlarla olmak ve müthiş paralar kazanmayı, yaşamak sanmak gibi..."

    Sonra niye geldiğini anlattı:
"Okulun son günü sana Tanrı'yı bulup bulamayacağımı sormuş, 'Hayır' yanıtı alınca şaşırmıştım. Sonra 'Ama o seni bulur' dedin... İşte bunu çok düşündüm. Doktorlar ciğerimden parça alıp kötü huylu olduğunu söyleyince, Tanrı'yı aramayı ciddiye aldım birden. Habis ur diğer hayati organlarıma yayılmaya başlayınca sabahlara kadar dualar etmeye başladım. Hiçbir şey olmadı... Bir sabah uyandığımda, ilahi bir mesaj alma yolundaki umutsuz çabalarımdan vazgeçiverdim, aniden. Ömrümün geri kalan vaktini, Tanrı, ölümden sonra hayat falan gibi şeylerle geçirmeyecektim. Daha önemli şeyler yapma kararı aldım. O zaman gene seni düşündüm.. 'En büyük mutsuzluk sevgisiz bir hayat sürmektir. Bundan daha kötüsü de bu dünyadan, sevdiklerine 'Seni seviyorum' diyemeden gitmektir' demiştin. Son günlerimi bu eksiği gidermekle harcayacaktım işte... En zorundan başladım. Babamdan..."

Oğlu yanına geldiğinde babası gazete okuyormuş.
"Baba seninle konuşmam lazım" demiş, Tommy.
"Peki konuş oğlum."
"Yani çok önemli bir şey..."
Babası gazeteyi 10 santim indirmiş o zaman aşağı: "Neymiş o bakalım?"
"Baba, seni seviyorum. Bunu bilmeni istedim..."

Tommy gülümsedi, arkasını anlatırken.. Babasının elinden yere düşmüş gazete. Hayatında hiç yapmadığı iki şeyi yapmış: Tommy'ye sarılmış ve ağlamış.

Sabaha kadar konuşmuşlar. Babası ertesi sabah işe gitmek zorunda olduğu halde.

"Annem ve kardeşimle daha kolay oldu" diye devam etti Tommy. "Onlar da bana sarılıp ağladılar. Yıllardır bana söylemedikleri, söyleyemedikleri şeyleri anlattılar... Bütün bunları yapmak için bu kadar geç kalmış olmama üzüldüm sadece. Ölümün gölgesi üzerime düşünce kalbimi açıyordum, bana aslında çok daha yakın olması gereken insanlara."
"Tommy" dedim, "Sandığından çok önemli şeyler söylüyorsun, tüm insanlığa... Sen Tanrı'yı bulmanın en emin yolunu anlatıyorsun. Onu sadece kendine ayırmak, sadece ihtiyaç duyunca aramak işe yaramaz. Ama hayatını sevgiye açarsan o gelir seni bulur... Bunu anlatıyorsun farkında mısın?" Devam ettim: "Tommy bana bir iyilik yapar mısın? Bunları gelip sınıfımda da anlatabilir misin?"

Bir gün tespit ettik. Ama Tommy gelemedi o gün. Ölümle hayatı sona ermemişti tabii. Şekil değiştirmişti. Büyük bir adım atmıştı sadece... İnanmaktan, görmeye geçmişti.

Ölümünden önce son bir defa konuşmuştuk. "Söz verdiğim derse gelemeyeceğim. Çok halsiz ve bitkinim hocam," demişti.
"Anlıyorum Tommy!"
"Benim yerime onlara sen anlatır mısın hocam? Sen anlatır mısın? Herkese, bütün dünyaya benim için anlatır mısın?"
"Anlatırım Tommy" dedim... "Anlatırım, merak etme..!"

İnsanlara "Seni seviyorum" demek için, ölümü beklemenize gerek yok. Şimdi, hemen şimdi başlayabilirsiniz. Başlayın ki, hayatınız güzelleşsin, zenginleşsin. Hem... Şimdi başlamazsanız, belki de söyleme şansınız hiç olmayabilir...
 
 
Alıntıdır..
 
Sevgilerimle
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

26 Kasım 2012 Pazartesi

Duygusal Hikayeler...







BİRAZ SU.. 
  
    Yeni evli bir çift vardı. Evliliklerinin daha ilk aylarında, bu işin hiç de
hayal ettikleri gibi olmadığını anlayıvermişlerdi. Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi. Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüşlerdi. Ama şimdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkmasına yetiyordu.

    Bir akşam oturup, ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler. Her
ikisi de, boşanmayı istememekle beraber, işlerin böyle gitmeyeceğinin
farkındaydılar. Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi. "Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım. Kurumaz da büyürse bunu bir daha aklımızdan geçirmeyelim. Bu süre içinde de ayrı ayrı odalarda kalalım."

    Bu ilginç fikir hanımının da hoşuna gitti. Ertesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler. Ayrı odalarda yatmaya başladılar. Aradan bir ay geçti. Bir gece bahçede karşılaştılar. Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardı. Kurumasın diye ağacı gizlice suluyorlardı.


Alıntıdır..

Sevgilerimle