hayata dair her şey..

hayata dair her şey..


10 Kasım 2012 Cumartesi

Atamıza Saygıyla..



   Bugün, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ölümünün 74’üncü yıldönümü. Söylediği gibi, naçiz vücudu toprak oldu, ancak, Türkiye Cumhuriyeti payidar kaldı ve fikirleri ve yaptığı inkılapları gibi, elbette ilelebet payidar kalacak.
   Hayatını milletine adayan, milletinin hür, bağımsız, çağdaş, insan gibi yaşaması için önderlik eden, cumhuriyet ve bağımsızlık yolunu açan ATATÜRK, çağındaki diğer liderler veya insanlar gibi rahatlık içinde, para pul içinde yaşayarak da ömrünü tamamlayabilirdi.
   Ancak onun 57 yıllık hayatına baktığımızda, hayatının 20 yılını bizzat cephelerde, Balkanlardan, Filistine, Trablustan, Çanakkaleye ve Kurtuluş Savaşındaki bir çok cephede, evinden ailesinden, sevdiklerinden uzak, geçirdiğini görürüz. Ömrünün sonuna kadar hep mücadele etti, asla yorulmadı, hiç şikayet etmedi.
   Savaş yıllarıydı, Osmanlı İmparatorluğu dağılmıştı, bazıları gibi o da padişaha sırtını dayayabilir bolluk içinde yaşayabilirdi. Üstelik annesi Selanikte yaşıyordu ve Selanik’i Yunanlılar ele geçirmişti. Ancak o önce vatan dedi. Önce bağımsızlık dedi. Kendi vatanında, öz yurdunda sırf  “önce vatan” dediği için idama mahkum edildi. Yılmadı. Halkın içine girdi. Yıllar var ki görmemişti bu topraklar böylesine cesurunu, böylesine vatan, millet sevgisiyle dolu olanını. Görmemişti bu halk kendini değil halkını düşünenini , bu sebeple kulak verdi çağrısına ; erkeği, kadını, genci, yaşlısı…

   Mustafa Kemal’in gözlerindeki inanç yeterdi elde kalanı da feda edip, düşman üstüne yürümeye. Öyle de yaptılar; paslanmış bir tabanca, dededen kalma bir tüfekle, kazmalarla, küreklerle yürüdüler ölümün üzerine, beşikte bıraktıkları bebeklerinin göz yaşlarına bakmadan. Vatan içindi çünkü yapılan, bağımsız bir gelecek içindi…
   Halkın desteğini ve sorumluluğunu alarak yedi cihana baş kaldırdı. Yaşı 38’di. Tarihte örnek olan Kurtuluş savaşını başlattı. Halkıyla beraber kazandı. Büyük devletleri devirdi. Cumhuriyeti kurdu ve yönetimi halka verdi. Yetti mi, yetmedi.
   Bu ülke topraklarında yaşayan halkın yüzyıllardır fakir, muhtaç, geri kalmasına neden olan cahilliği, karanlığı, çağdışılığı da devirmesi gerekiyordu. Bunun içinde İnkılaplar yaptı. Herkes okusun istedi harf inkılabı yaptı, modern okullar kurdu, kanun önünde de herkes eşit olsun istedi medeni kanunu hazırlattı, kadınlar insanca yaşasın dedi seçme seçilme özgürlüğü verdi, hiçbir devlete muhtaç olmamak için ekonomik bağımsızlık dedi fabrikalar kurdurdu. Bu toprakları vatan olarak bilen insanların, sonsuza kadar mutlu, refah ve çağdaş yaşaması için bir çok yenilik yaptı, yüzyıllardır ihmal edilen Anadolu onunla kalkındı, modern tarımın temellerini attı. İlk kez onunla “Köylü, Milletin efendisi oldu.” Kula kulluk zihniyetini kaldırdı. Aydınlık yollar açtı milletin önüne, çağdaş uygarlığa giden yolda, o ülkesini, insanını çok sevdi. Halkı da onu çok sevdi, sadakati, hiçbir zorluktan yılmamayı, sevgiyi, vatan sevgisini onda gördü. Az zamanda büyük işler başarabilecek bir ulus olduğumuz gösteren de Mustafa Kemal’di. Halkına hep güvendi, inandı, tek ihtiyacımız olan şeyin çalışkan olmak olduğunu ondan öğrendik.
   O'nun yaptıklarını değerlendirip, yaptıklarını anlayıp, amaç ve hedefinin ne olduğunu ve neler yapmak istediğini ve neler yaptığını kavramaya çalışmalıyız. O bize bağımsızlık ve cumhuriyet yolunu açtı, biz de ya bu yolda yürüyeceğiz ya da bağımsızlık ve cumhuriyet uğrunda öleceğiz.
Halk lideri Mustafa Kemal ATATÜRK ve tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun. Vatan size minnettardır.


Fatih Demirhat



Ey Türk Gençliği!
 
Birinci görevin Türk bağımsızlığını, Türk cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır.
 
Varlığının ve geleceğinin tek temeli budur. Bu temel senin en değerli hazinendir. Gelecekte bile, seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır. Birgün bağımsızlık ve cumhuriyeti savunmak zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, bulunduğun durumun olanak ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve şartlar, çok elverişsiz bir özellikte ortaya çıkabilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetini yok etmek isteyecek düşmanlar, bütün dünyada eşi görülmemiş bir galibiyetin temsilcisi olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri ele geçirilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her köşesi eylemli olarak ele geçirilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acı ve daha tehlikeli olmak üzere, ülkenin içinde iktidara sahip olanlar duyarsızlık, sapkınlık ve hatta ihanet içinde bulunabilirler. Üstelik bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını işgalcilerin siyasi istekleriyle birleştirebilirler. Ulus fakirlik ve çaresizlik içinde yorgun ve bitkin düşmüş olabilir.
Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu durum ve şartlar içinde bile görevin Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır. İhtiyaç duyduğun güç damarlarındaki asil kanda bulunmaktadır!


NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
 
Mustafa Kemal Atatürk
                                                                                                
                                                                                                  














8 Kasım 2012 Perşembe

Sonbahar..




    Sarıdır sonbaharın rengi. Sarının her tonunu ; aynı zamanda da en güzel tonlarını görebiliriz bu mevsimde. Ağaçlar elbiselerini değiştirmeye başlarlar. Sonbahara uygun giyinmek isterler çünkü. Hepsi o kadar güzel olur ki bakmaya kıyamazsınız . Tablo gibi , şiir gibi , roman gibi olur doğa. Bir renk yarışması başlamış zannedersiniz. Ağaçların yaprakları sarı , turuncu , kırmızı , yeşil çeşit çeşit rengarenk. Güzel bir kadın gibi alımlı ve çekicidir sonbahar.
    Hüzünlüdür sonbahar. Yaprakların dallarından kopup savrulması içimizi burkar. Çünkü kendimizi onların yerine koyarız ve hayatın içindeki yolculuğumuza benzetiriz yaprakları. Duygusallaşırız sonbaharda. Eskiyi daha çok özleriz. Çocukluğumuzu , ilk aşkımızı , ilk hayalimizi ve ilk hayal kırıklığımızı hatırlarız. Kendimizle baş başa kalırız. Yaşadıklarımızı düşünürüz. Yaşayamadıklarımıza üzülürüz. Hüznümüz doğanın hüznüne karışır. İçimiz coşar hıçkıra hıçkıra ağlamak isteriz. Bu yüzden gözlerimiz hep nemli olur sonbaharda. Kederli bir kadın gibi mahsun ve sessizdir sonbahar.
    Hazandır sonbaharın adı. Yalnızlığı anlatır , ayrılığı , hasreti anlatır bize. Gidişlerimizi , dönüşlerimizi bazen de kaçışlarımızı anlatır. Özlediklerimizi hatırlatır bize. Kavuşamadıklarımızı yada yitirdiklerimizi hatırlatır hüzünle birlikte. Buruktur gülümsemesi sonbaharın. Küçük bir tebessüm eder ağlamaklı. Konuşmaz , dinler sadece sonbahar. Derdimize ortak olur ; sırdaşımız , dostumuz olur. Uzayıp giden yollara benzer sonbahar. Onlar gibi ıssızdır , yalnız ve yorgundur. Sanki sonsuzdur sonbahar. Unutulmayan bir kadın gibi ilk aşk gibi hep hatırlanır sonbahar.

 Sevgilerimle ,
Funda Dikmen





































5 Kasım 2012 Pazartesi

Güvenebilmek..




    Kimseye güvenmiyordu artık. Nasıl güvenebilirdi ; o kadar çok darbe yemişti ki. Her güvendiğinde yanıldığını geç de olsa anlamıştı. Hayatı boyunca her işini kendisi yapmış hiç kimseden destek görmemişti. Çok sık yardım istemezdi zaten ama kırk yılda bir oldu ya birinden birşey istese onda da hayal kırıklığına uğrar ; pişman olurdu. Yalnız mıydı ? Hayır değildi. Üstelik etrafı çok kalabalıktı. Ama bu kalabalığın içinde kendini yalnız hissediyordu. En kötüsü de bu diyordu kendi kendine. Bu kadar kalabalık içinde yalnız olmak.
    Zaman zaman içi coşuyordu birilerine güvenmek istiyordu.  "Yok ya insanlar o kadar da acımasız değil . Mutlaka güvenebileceğim birileri vardır. Bende bazen çok abartıyorum canım" diyordu ve hatta kızıyordu kendisine. 
    Yine böyle içinin coştuğu bir zamanda tanıştı onunla. Bu sefer farklı olacağını hissediyordu yanılmayacaktı. O da artık güvenebilecekti. İlk başlarda herşey çok güzeldi rahatlamıştı.Çok da mutluydu.  Gözü arkada kalmıyordu ; çünkü hayatın yükünü paylaşabileceği birini bulmuştu. Kendisinin yetişemeyeceği yerlerde yardım isteyebilecekti. İstedi de...
    Yardım görünce önce şaşırdı. "Rüyada mıyım , acaba ?" diye düşündü.Bu gerçek olamaz diyordu kendi kendine. Sonra sevindi ve çok sorgulamadı. Başını koyabilecek bir omuz bulmuştu. Düşerse eğer onu ellerinden tutacak ve hiç bırakmayacaktı. Bu da ona yeterdi.
    Mutluluktan havalarda uçuyordu. Seviyor ve seviliyordu. En önemlisi güveniyordu. Tarifi yoktu bu duygunun. Çünkü , onun için kayıtsız şartsız birine güvenmek ; seni tutacağını bildiğin için gözünü kapatarak kendini boşluğa bırakmak gibiydi. İstediği güven işte böyleydi. Artık bulmuştu ve bu yüzden çok mutluydu.
    Ama uzun sürmeyecekti ve o , bunu bilmiyordu. Gözü hiçbir şeyi ve hiç kimseyi görmüyordu. Mutluluk sarhoşuydu ve ayakları yere basmıyordu. Taa ki o güne kadar. En çok ihtiyacı olduğu bir zamanda onu yüzüstü bırakmış ve arkasına bile bakmadan çekip gitmişti. Gözlerini kapatıp kendini boşluğa bırakacak kadar güvendi ve düştü. Hem de çok yüksekten sert bir şekilde düştü. Güvendiği kişi onu tutmamıştı.
    Toparlanması çok uzun sürdü. İyileşmişti ama hala kapanmayan yaraları vardı kalbinde. Kapanmayacaktı da. Artık iflah olmaz bir güvensizdi ve tedavisi de yoktu. Hayatla mücadeleye tek başına devam etti. Güçlü olmak zorundaydı. Oldu da...
    Ama içi acıyordu hala. Yaraları ise sadece yalnızken ağladığında kanıyordu artık..
   
 Sevgilerimle ,
Funda Dikmen














4 Kasım 2012 Pazar




   








    Merhaba dostlarım ,

    Umarım güzel bir haftasonu , keyifli bir pazar geçirmişsinizdir. "Küçük Bir Dokunuş" ailesi olarak bizim de bunda katkımız olduğunu ümit ediyoruz.
   Haftasonuna girerken önce "Nostalji Rüzgarı" yakalıyor sizi ve tatlı bir esinti ile çocukluğunuza götürüyor . Sonra makaleler ve şiirler ; eğlence köşemiz , "Damak Tadı" köşemiz cumartesi gününüzü tatlandırıyor. Pazar günü "Pazar Dokunuşu" yüreğinizin derinliklerine dokunuyor. Yeni bir haftaya "Dünden Bugüne" köşemizle merhaba diyorsunuz. Her gününüze bir anlam katabiliyorsak ne mutlu bize.

 Sevgilerimle ,
Funda Dikmen